DÜNYADA ENERJİ VE ELEKTRİK ÜRETİM SEKTÖRLERİNİN GÖRÜNÜMÜ

DÜNYADA ENERJİ VE ELEKTRİK ÜRETİM SEKTÖRLERİNİN GÖRÜNÜMÜ

03 Ekim 2018

Bilindiği üzere enerji, hayat kalitesini iyileştiren, ekonomik ve sosyal ilerlemeyi sağlayan en önemli faktördür. Dünya nüfusu sürekli artmaktadır ve 2009’da 6.8 milyar olan nüfusun 2035’de 8.6 milyara yükselmesi beklenmektedir. Fakat, günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık %19’unu teşkil eden 1.3 milyar insan halen elektriğe kavuşmuş değildir. Dünya nüfusunun yaklaşık %39’u olan 2.7 milyar insan ise yemek pişirmek için geleneksel yöntemlerle biyokütle enerjisinden yararlanmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı projeksiyonları bu durumun uzun dönemde de devam edeceğini ve 2030 yılında %85’i kırsal bölgede yaşayan 1 milyar insanın (2030’daki dünya nüfusunun %12’si) elektriksiz yaşamaya devam edeceğini göstermektedir. Bu insanların büyük kısmı Orta ve Güney Afrika, Hindistan ve gelişmekte olan Asya ülkelerinde (Çin hariç) yaşıyor olacaktır. Bu ülkelerdeki açlık ve yoksullukla mücadelenin başarılı olması, enerjiye erişim konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmesine bağlı olup, bu ilerlemelerin sağlanması için 2030 yılına kadar her yıl 48 milyar ABD $ harcama yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır [1].

2008’de başlayan küresel mali krizin etkisiyle kısa vadede ekonomik büyümeöngörülerinde oluşan belirsizliklere rağmen orta ve uzun vadede, dünyadaki nüfus artışı, uzun dönemde ortalama %3,5 büyümesi beklenen dünya ekonomisi, sanayileşme ve kentleşme, doğal kaynaklara ve enerjiye olan talebi önemli ölçüde arttırmaktadır. Yapılan projeksiyon çalışmaları [1,2], mevcut enerji politikalarının devamı halinde, 2035 yılında dünya enerji talebinin, ortalama yıllık %1.6’lık artışlarla, 2009 yılına göre % 51 (12,132 milyon ton eşdeğeri petrolden (Mtoe) 18,302 Mtoe’ye) daha fazla olacağına işaret etmektedir [1]. Talep artışı miktarının yüzde 86,2’sinin, 2009-2035 döneminde ekonomik büyüme oranları yüksek (yıllık ortalama %4.9) 2 öngörülen ve hızlı nüfus artış oranına (yıllık ortalama %1) sahip OECD-dışı ülkelerde (özellikle Çin ve Hindistan’da), yıllık ortalama %2.3’lük bir değerle, oluşacağı hesaplanmaktadır. Aynı dönemde yıllık gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) artış ortalaması %2.2 olarak öngörülen OECD ülkelerinde ise yıllık ortalama %0.5’lik artışlar beklenmektedir. 2015-2035 yılları arasında Çin’in, dünyanın en fazla enerji tüketen ülkesi konumunda olacağı, hatta 2035 yılında ABD’nin tüketeceği enerjiden %70 daha fazlasını tüketeceği, yine 2035 yılında Hindistan’ın sırasıyla Çin, ABD ve Avrupa Birliği’nin ardından dördüncü büyük enerji tüketicisi olması beklenmektedir. Söz konusu dört büyük tüketici, 2020 yılında dünya toplam enerji arzının %56.3’ünü, 2035 yılına gelindiğinde ise %55.5’ini tüketmekte olacaktır. Bu talep artışının sürdürülebilir koşullarda karşılanabilmesi için ise, 2011-2035 döneminde, enerji sektöründe yaklaşık 37.9 trilyon ABD Doları (2010 rakamlarıyla) değerinde yatırım yapılmasına ihtiyaç duyulduğu hesaplanmaktadır [1].

Türkiye’nin girmeye aday olduğu Avrupa Birliği (AB) ise 2009 yılında, Çin ve ABD’nin ardından en büyük üçüncü enerji tüketicisi konumunda yer almıştır. AB genelinde birincil enerji talebi artışı 1990-2009 döneminde düşük hızlarda seyretmiştir (yılda ortalama %0.07). 2009’dan 2035 yılına kadar artış yönünde bir miktar hızlanma beklenmekte olup, rakamların yıllık ortalama %0.36 artış değerini göstereceği düşünülmektedir [1]. AB genelinde birincil enerji arzında 2008’de %54.7 ve 2009 yılında %53.9 düzeyinde olan ithalat bağımlılığı oranının (doğalgazda %64.2, petrolde %83.6 ve katı yakıtlarda %41.1) 2030 yılına kadar olan dönemde %59.1’e ulaşması beklenmektedir [3,4,38].

2009 itibariyle AB tarafından ithal edilen doğalgazın %34.2’si Rusya, %30.7’si Norveç, %14.1’i Cezayir tarafından temin edilirken, ham petrolün ise %33.1’i Rusya, %15.1’i Norveç, %9’u Libya’dan edinilmektedir. AB’ye taşkömürü temininde de %30.2 oranıyla Rusya ilk sırada yer alırken, onu %17.6 ile Kolombiya, %15.9 ile Güney Afrika Cumhuriyeti takip etmektedir. AB üyesi 27 ülkenin toplam ithalat rakamlarına bakıldığında, 1999-2009 döneminde katı yakıtlarda %31.8, petrolde %7.9, doğalgazda ise %46.2 oranlarında bir artış yaşanmıştır. Bu dönemde Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İrlanda doğalgaz ithalat rakamlarını neredeyse iki kat arttırırken Romanya (-%37) ve Bulgaristan’da (-%23) ise azalma görülmüştür. Tüm AB ülkeleri arasında sadece Hollanda ve Danimarka net ihracatçı ülke konumundadır [15]. Tüm dünyada son 25 yılda talebin çok fazla yoğunlaştığı elektriğin, 2035 yılına kadar en hızlı büyüyen (%2.7) son-kullanıcı enerji formu olması, nihai enerji tüketimindeki payının 2008’deki %17.3 düzeyinden 2020’de %20’ye, 2035’te ise %23.5’e çıkması beklenmektedir. 2009 yılında yaşanan ekonomik durgunluğun etkisiyle düşen

elektrik talebi 2010 yılında toparlanmış ve %6 oranında artmıştır [1]. Uluslararası Enerji Ajansı tarafından hazırlanan ve mevcut politikaların devamını öngören senaryo çalışmasına göre (WEO2011) elektrik üretiminin, 2009’da 20,043

TWh’den ortalama %2.6’lık artışlarla 2020’de 28,569 TWh’ye, 2030’da 35,468 TWh’ye ve 2035’de de 39,368 TWh’ye yükselmesi beklenmektedir. Bu rakamlar 2009-2035 döneminde %96.4’lük artışa işaret etmektedir [1]. Benzer şekilde, ABD Enerji Bilgi İdaresi olan EIA tarafından hazırlanan Referans Senaryo Çalışması’na (IEO2011) göre ise 2008’de 19,100 TWh olan elektrik üretiminin 2020’de 25,500 TWh’ye yükselmesi beklenmektedir. 2008 – 2035 döneminde ise toplam %84.3’lük 3 bir artışla (yıllık %2.3’lük artışlarla), 2035’de üretimin 35,200 TWh’ye yükseleceği hesaplanmaktadır [2].

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde görülen büyük ekonomik gelişmeler elektrik talebinin de bu ülkelerde artmasına sebep olmaktadır. Kişi başına gelirin artmasıyla yaşam standartları artmakta, bu da endüstri, aydınlatma ve ev aletleri için olan elektrik talebini arttırmaktadır. Bunun sonucu olarak, WEO2011 çalışmasındaki elektrik üretiminde öngörülen bu 19,325 TWh’lik artışın büyük kısmının (%81.7’sinin), 2009-2035 arasında ortalama yıllık %1.1 oranında artış beklenen Türkiye’nin de aralarında bulunduğu OECD üyesi ülkelerden ziyade, %3.8 oranında kuvvetli bir artış beklenen OECD üyesi olmayan ülkelerde gerçekleşeceği hesaplanmaktadır. Tüm dünyada elektrik enerjisi kurulu güç kapasitesinin 2009-2035 döneminde brüt 4,081 GW artması beklenmektedir. Bu bağlamda elektrik sektörünün, Uluslararası Enerji Ajansı tarafından hazırlanan Yeni Politikalar Senaryosu’na göre 2011-2035 döneminde yapılması beklenen 37.9 trilyon dolarlık enerji yatırımlarındaki payının tek başına 16.9 trilyon dolar (2010 $ fiyatlarıyla) olacağı öngörülmektedir. Bu miktarın %58’inin yeni güç santralları yatırımlarına, %31’inin dağıtım, %11’inin de iletim ağlarına harcanması planlanmaktadır. Geriye kalan 21 trilyon dolarlık yatırımın 10 trilyonunun petrol, 9.5 trilyonunun doğal gaz ve 1.2 trilyonunun da kömür sektöründe yatırıma dönüşeceği hesaplanmaktadır. Bu yatırımların %62,6’sının, talep ve üretimin en hızlı arttığı OECD-dışı ülkelerde (tek başına Çin 5.8 trilyon dolar ve Rusya 2.5 trilyon dolar) yapılması beklenmektedir [1].

Enerji kaynakları açısından incelendiğinde, birincil enerji arzında, petrol, doğal gaz ve kömürden oluşan fosil kaynaklı yakıtların ağırlıklı konumunun önümüzdeki yıllarda da devam etmesi beklenmekte ve enerji talebindeki artışın (2009-2035 dönemi) yüzde 77.8’lik bölümünün bu kaynaklardan karşılanması öngörülmektedir. Biyokütle ve çöp için bu oran %7.7, diğer yenilenebilirler için %6.2, nükleer için %5.7, hidrolik için ise %2.6’dır [1]. Bu rakamlar nükleerde artışın bir önceki yıl (2008-2035 dönemi) öngörülerine göre daha düşük kalacağını göstermektedir. 2008-2035 döneminde nükleerin enerji talep artışındaki payının %6,4 olacağı yönünde idi. 2020 yılında birincil enerji arzındaki en büyük paya (%29.6) sahip olacağı hesaplanan petrolün, 2035 yılında ilk sıradaki yerini kömüre (%29.6) bırakacağı düşünülmektedir. Doğal gazın ise elektrik üretimindeki payını koruması (2009’da yaklaşık %21.45) beklenmektedir. 2009-2035 döneminde elektrik üretiminde ise kömür ve doğal gazın en önemli kaynaklar olmaya devam edeceği, kömürün payının %40.5’den %43’e, doğal gazın payının %21.4’ten %21.7’ye yükseleceği; petrolün payının ise %5.1’de %1.5’e, hidroliğin payının %16.2’den %13.1’e, nükleerin payının da %13.5’den %10.3’e düşeceği öngörülmektedir. En büyük yüzdelik artış ise rüzgarda beklenmektedir. Aynı dönemde rüzgarın %1.4’lük payının %5.1’e yükseleceği öngörülmektedir [1]. Dünyada ekonomik durgunluk sebebiyle elektrik talebinde 2009 yılında %0.7 düşüş  gerçekleşmiştir. Bu düşüş 1970’lerden bu yana ilk kez yaşanmıştır. Ancak 2010’da hızlı bir şekilde %6 oranında artmış, özellikle OECD-dışı ülkelerde %9,5’lik artışlar görülmüştür [1, 2].Dünya genelinde enerji kaynakları olarak 1 Ocak 2012 itibariyle petrol ve doğal gazrezervlerinin dağılımına bakıldığında (Tablo-1 ve Tablo-2), kanıtlanmış petrol rezervlerinin (1,523 milyar varil) %52.5’inin Ortadoğu’da bulunduğu görülmektedir [5].

4 En büyük rezervlere sahip 10 ülkenin (sırasıyla, S.Arabistan, Venezuela, Kanada, İran, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya, Libya, Nijerya) ise Kanada ve Rusya hariç 8’i OPEC üyesidir. Bu 10 ülke toplam dünya rezervlerinin yaklaşık %84’üne sahiptirler [5]. Doğal gaz rezervlerinin de yaklaşık %73.6’sı Rusya Federasyonu, Eski Sovyet Cumhuriyetleri ve Ortadoğu ülkelerinde bulunmaktadır. Sadece Rusya, İran ve Katar bu rezervlerin %55.4’ünü elinde bulundurmaktadır [5]. 2011 verilerine göre, petrol rezerv miktarlarında %3.6 artış olup, ülkeler bazında Vietnam’da %733 ve İsrail’de %608’lik artışlar görülürken miktar bazında en büyük artış ise Irak (28.1 milyar varil) ve İran’da (14.2 milyar varil) tespit edilmiştir. Doğal gaz rezervlerinde Vietnam’da %363 ve Meksika’da %44.7’lik artışlar görülürken, miktar bazında en büyük artış İran’da (123,000 milyar ft3 ) belirlenmiştir [5].

Tablo-1 Dünya,

Kanıtlanmış Petrol Rezervleri, [5]

Sıra Ülkeler 1 Ocak 2012(milyar varil), 1 Ocak 2011(milyar varil)

1. Suudi Arabistan         264.52   260.10

2. Venezuela                  211.17     211.17

3. Kanada                      173.63   175.21

4. İran                            151.17    137.01

5. Irak                            143.10    115.00

6. Kuveyt                       101.50   101.50

7. B. Arap Emirlikleri      92.20   92.20

8. Rusya                        60.00     60.00

9. Libya                          47.10       46.42

10. Nijerya                     37.20       37.20

Dünya-Toplam               1523.23 1469.61

 

Tablo-2 Dünya, Kanıtlanmış Doğalgaz Rezervleri, [5]

Sıra Ülkeler 1 Ocak 2012 (milyar ft3)  1 Ocak 2011 (milyar ft3 )

1. Rusya 1,680,000 1,680,000

2. İran 1,168,000 1,045,670

3. Katar 890,000 895,800

4. Suudi Arabistan 283,000 275,200

5. ABD 272,509 244,656

6. Türkmenistan 265,000 265,000

7. B. Arap Emirlikleri 200,000 212,000

8. Venezuela 195,100 178,860

9. Nijerya 180,460 186,880

10. Cezayir 159,000 159,000

Dünya-Toplam 6,746,751 6,647,341

BP’nin yaptığı bir çalışmada, 2010 sonu rakamlarıyla, dünya genelinde bir değerlendirme yapıldığında, mevcut kanıtlanmış petrol rezervlerinin 46, doğal gaz rezervlerinin 59, kömür rezervlerinin de 118 yıllık ömre sahip olduğu hesaplanmaktadır. Bu rakamlar aynı kaynakta, 2009 sonu itibariyle petrol için 46, doğal gaz için 63 ve kömür için 119 yıl olarak ilan edilmişti [6]. 5 Tüketim tarafına bakıldığında ise mevcut politikaların devamı halinde, en hızlı artışın doğalgaz tüketiminde olacağı hesaplanmaktadır. Doğalgaz tüketiminin ortalama yıllık %2’lik artışlarla 2035 yılında 2009 yılına göre %65.6 artması beklenmektedir. Aynı dönemde petrol tüketiminin ortalama %0.9’luk artışlarla %25.2, hidrolik-dışı yenilenebilir enerji kaynakları tüketiminin %1.94’lük artışlarla %64.6 ve kömür tüketiminin ise %1.9’luk artışlarla %64.5 artacağı öngörülmektedir [1]. Bu dönemde fosil yakıt fiyatlarının yüksek seyredeceği ve hükümetlerin fosil yakıtlara alternatif enerji kaynaklarına yöneliminin artacağı tahmin edilmektedir. 2009’da Çin, ABD, Avrupa Birliği, Hindistan, Rusya ve Japonya dünya kömür tüketiminin %84.3’ünü gerçekleştirmişlerdir. 2009 yılında dünya enerji tüketiminde kömürün payı %27.2 iken, bu payın 2035 yılında %29.6’lara ulaşması beklenmektedir. Kömür tüketimindeki bu artışın tamamının sorumlusunun OECDdışı ülkelerin (Çin, Hindistan) olacağı [1,2] ve kömürün elektrik üretimindeki payının ise %40.5’den (2008) %43’e (2035) yükseleceği beklenmektedir. Kömür tüketiminin en fazla düşmesi beklenen yerler; elektrik talep artışı düşük ve nüfus artış hızı yavaşolan OECD’deki Avrupa ülkeleridir [1]. Dünyada her ne kadar kömür üretimi geniş alanlarda ve pek çok ülkede mümkün olsa da, 2010 sonu itibariyle, toplam kömür rezervlerinin %75’i 5 ülkede bulunmaktadır. Bunlar ABD (%27.6), Rusya (%18.2),

Çin (%13.3), Avustralya (%8.9), Hindistan (%7)’dır [6]. Bu ülkeler toplam üretimin de 2010 yılı verilerine [6] göre %79.1’ini karşılamışlardır. 2008 yılında dünyada üretilen kömürün %60’ı elektrik üretim sektörüne aktarılmakta iken %36’sı ise endüstriyel tüketime gitmektedir [2]. Avrupa Birliği ülkeleri incelendiğinde 15 ülkenin elektrik ihraç ettiği, 12 ülkenin ise elektrik ithalatına ihtiyaç duyduğu görülmektedir. İtalya açık ara önde olmak üzere, sırasıyla İtalya, Finlandiya, Macaristan, Hollanda ve Portekiz yüksek oranda elektrik ithalatı gerçekleştirirken, ters yönde de Fransa açık ara önde olmak üzere, sırasıyla Fransa, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İspanya ve Bulgaristan en fazla elektrik ihraç eden ülkeler konumundadır [15].

Kömür yakıtlı elektrik üretiminin 2035 yılına kadar ortalama yılda %2.9 artması beklenmektedir [1]. Ancak kömürden elektrik üretimi ile ilgili projeksiyonlar, sera gazı emisyonlarını azaltmaya veya sınırlamaya yönelik ulusal mevzuatların veya uluslararası anlaşmaların yürürlüğe girmesine ve sabit karbon vergisi veya emisyon ticareti gibi maliyet arttırıcı uygulamalara, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelen ulusal politikalara göre önemli ölçüde değişebilir. Bu tarz kısıtlamalar olmadığı taktirde, özellikle Çin, Hindistan, Endonzeya ve Vietnam gibi zengin kömür yataklarına sahip yerlerde, daha pahalı yakıtların yerine kömürün kullanılacağı düşünülmektedir [2].

Doğalgaz yakıtlı elektrik üretiminin ise 2030 yılına kadar yıllık %2.7’lik bir oranda artması öngörülmektedir [1]. Özellikle ABD ve diğer ülkelerde bulunan kaya gazından (shale gas) yararlanılmaya başlanmasıyla doğalgaz fiyatlarının arz artışı sebebiyle orta-vadede düşük kalacağı ve pekçok ülkede doğalgaz kullanımını arttıracağı ifade edilmektedir [2] Her ne kadar rekabet edebilirlik konusunda sorunları devam etse de yüksek fosil yakıt fiyatları ve fosil yakıtların çevresel etkileri üzerine duyulan endişeler, dünyanın 6 pek çok ülkesinde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının arttırılmasına yönelik verilen teşvikler, yenilenebilir enerji kaynaklarının daha geniş oranda kullanımınının yolunu açmaya devam etmektedir [2]. 2035 yılına kadar dünya genelinde hidroelektrik ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının tüketiminde IEA’ya göre [1] yıllık %3.3’lük, EIA’ya göre [2] %3.1’lik artışlar beklenmektedir. Hidrolik dışında yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulu güçteki oranı 2008’de %4 iken, bu oranın 2020 yılında %11.7’ye, 2035’te de %15.8’e yükseleceği, hidroelektriğin ise aynı dönemde %20’den %17’ye gerileyeceği öngörülmektedir. Yenilenebilir kaynaklardaki artışa en büyük kurulu güç katkısı (693 GW) ise rüzgar enerjisinden gelecektir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretiminde kullanım payının %19.5 (2009) seviyesinden 2020 yılında %22.1 ve 2035 yılında da %23.2’ye ulaşacağı düşünülmektedir [1].

Yenilenebilir enerji tüketiminde beklenen bu artışın OECD dışındaki ülkelerde, özellikle Çin, Hindistan, Brezilya’nın yanısıra Malezya ve Vietnam gibi bazı güneydoğu Asya ülkelerinde devreye giren/girecek orta ve büyük ölçekli hidroelektrik santrallardan gelmesi beklenirken, OECD ülkelerinde ise gelecekte, Kanada ve Türkiye haricinde, büyük ölçekli çok az hidroelektrik santral inşa projesi öngörülmektedir. OECD ülkelerindeki yenilenebilir enerji kaynaklarındaki artışın rüzgar ve biyokütle başta olmak üzere hidrolik dışındaki kaynaklardan karşılanması beklenmektedir. Rüzgar enerjisine olan yatırımlar, OECD-dışı ülkelerde özellikle Çin’de artmaya devam etmektedir [2]. Güneş (fotovoltaik (PV) ve odaklanmış güneş enerjisi (CSP)) ve dalga enerjisi uygulamaları ise henüz büyük ölçüde ticarileşmemiş olup, 2035 yılında PV için 435 TWh, CSP için 166 TWh ve dalga enerjisi için de 39 TWh’lik elektrik üretim seviyelerine ulaşılması öngörülmektedir [1].

Nükleer enerjiden elektrik üretiminin ise 2009’da gerçekleşen 2,697 TWh değerinden 2035 yılında 4,053 TWh’e yükseleceği, ancak nükleer enerjinin toplam enerji üretimindeki payının %13’den %10’a düşeceği hesaplanmaktadır. Dünyadaki nükleer santral kurulu gücünün ise 2009 yılındaki 393 GW değerinden, 2035’de 549 GW’a çıkması beklenirken, nükleer kapasitede Avrupa Birliği’nde %27’lik bir düşüş öngörülmektedir. Avrupa Birliği’nde 2009 itibariyle 139 GW olan nükleer kurulu gücün 2035’de 101 GW’a inmesi beklenmektedir. 2035’e kadar Çin (92 GW) başta olmak üzere OECD-dışı Asya ülkelerinde 116 GW’lık artış tahmin edilmektedir. Rusya’nın ilave ünitelerle nükleer kapasitesini 2035 yılına kadar 13 GW arttıracağı düşünülmektedir. ABD’de de 12 GW’lık bir artışla 2035 yılında 118 GW’a ulaşılması beklenmektedir [1].

2010 yılında; bir yanda, artan fosil yakıt fiyatları, enerji arz güvenliği, yakıt çeşitliliğinin sağlanması ve sera gazı emisyonları ile ilgili endişeler, diğer yanda ise geliştirilmiş reaktör tasarımlarının etkisiyle dünyada 16 reaktörün (1980 yılından bu yana rastlanan en büyük rakam) inşasına başlanmıştır [1]. Mart 2012 itibariyle, 31 ülkede 436 nükleer santral işletmede olup, 15 ülkede 60.1 GW kurulu güce sahip olacak 63 adet nükleer santral da inşa halindedir. İnşa halindeki santrallara bakıldığında 26 tanesi Çin’de, 10 tanesi Rusya’da, 7 tanesi Hindistan’da ve 3 tanesi de G.Kore’dedir. 3. nesil reaktörlerin Çin, Kore, Finlandiya, Rusya, ABD ve Fransa’da inşasına başlanmış olması, dünyanın en büyük üç kömür tüketen ülkesinin (Çin, ABD ve Hindistan [6]) nükleer kapasitelerini 2035 yılına kadar önemli ölçüde arttırmayı hedeflemesi, BAE, Vietnam, Türkiye, Polonya, ABD ve İngiltere’nin yeni nükleer santral yapma arzusunu ifade etmesi, nükleer enerjiye olan ilginin devam 7 ettiğine delil sayılsa da Fukushima Kazası sonrası Japon nükleer enerji sektörünün içine düştüğü belirsizlik ortamı, İtalya’da yapılan referandumla nükleer santralların yeniden inşa edilmesine başlanmasının kabul edilmemesi, kısa vadede Almanya’nın ve uzun vadede İsviçre’nin mevcut nükleer santrallarını belirli süreler sonunda kapatacak olmaları, Tayland ve Endonezya’nın nükleer santral kararlarını 2020 sonrasına bırakmaları da nükleer enerji sektörünün geleceğine yönelik endişeleri arttırmaktadır ki bu durum enerji senaryolarında nükleere daha az pay verilmesi sonucunu doğurmaktadır [1]. İşletmedeki santrallardan yaşlanmış olanların ya da bulundukları saha açısından risk arzedenlerin büyük olasılıkla kapatılacağı da beklenmektedir. Diğer yandan ise Fukushima sonrası G.Kore, Rusya, Hindistan ve Çek Cumhuriyeti nükleer santral yapma kararlarından vazgeçmediklerini, Çin ise mevcut projelerin devam edeceğini ancak geçici olarak yeni nükleer santral başvurularını durdurduklarını açıklamışlardır.

Üzerinden 14 ay geçmiş bulunan Fukushima Daiichi’deki 4 nükleer santralın uğradığı kazalar ve 40-50 yılı bulacak temizleme ve söküm faaliyetleri ve ortaya çıkan mali tablonun da etkisiyle özellikle Avrupa Birliği’nde, nükleer santral yatırımları daha da bir belirsizlik sürecine girmiş durumdadır. Pek çok gelişmiş ülkede lisanslama mevzuatları gözden geçirilmekte, özellikle saha çalışmaları ve santral güvenlik analizleri sorgulanmakta, işletmede bulunan nükleer santrallar “stres testlerine” tabi tutulmaktadır. Tüm bunların yakın zamanda nükleer santral tasarımlarını etkileyeceği, santralların işletme sürelerini kısaltacağı ve dolayısıyla finansörlerin de artık daha sıkı şartlar öne sürmesinin de katkısıyla ortaya çıkacak ilave maliyetlerin nükleer enerji sektörünü zorlayacağını şimdiden söylemek mümkündür. Enerji kaynaklarındaki reel bazda fiyat artışlarına bakıldığında; 2008 yılında aşırı derecede artan fosil yakıt fiyatları 2009 yılında düşüşe geçmiş ancak 2010 yılında özellikle ham petrol fiyatları tekrar yönünü yukarıya çevirmiştir. 2010 yılında petrol fiyatları %29.3, doğal gaz fiyatları %1.4 ve kömür fiyatları %1.9 oranında artmıştır. Projeksiyonlara göre, 2009-2035 döneminde petrol fiyatlarının %79.3, doğalgaz fiyatlarının %73.3, kömür fiyatlarının %19.4 artması beklenmektedir [1]. Uzmanlar, fosil yakıt fiyatlarındaki artışın ve fiyatların gelecekte de yüksek kalacağına dair öngörülerin ile bu kaynakları ellerinde bulunduran bazı ülkelerin içinde bulundukları karışıklıklardan kaynaklı belirsizliklerin, önemli üreticilerden olan Rusya’nın enerji sektörü için parlak bir geleceğe işaret ettiğini ifade etmektedir [1].

Çevre-enerji ilişkisinde önemli bir yer tutan iklim değişikliği ile mücadelede enerji sektörünün etkin rol oynaması öngörülmektedir. Zira 2017’ye kadar öngörülen yeni kontrol mekanizmaları devreye sokulmazsa, 2035’e kadar izin verilen CO2 hedefine mevcut yatırımlarla ulaşılacağı ve sıfır karbon emisyonu salınımına sahip olanlar dışında yeni santral yapımı için yeterli hareket alanı kalmayacağı düşünülmektedir. Enerji verimliliği başta olmak üzere teknolojik gelişmelere paralel iyileştirmeler, fosil yakıtlara alternatif olarak yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında yaygınlaşma, karbon tutma ve depolama ve temiz kömür teknolojilerine yönelim, zararlı emisyonların azaltılmasına yönelik geliştirilen politikaların temel unsurları görünümündedir. Zira, karbondioksit eşdeğeri veriler açısından bakıldığında, enerji sektöründen kaynaklı ve sera etkisi yapıcı gaz emisyonlarının, 28.8 milyar ton’dan (2009) ortalama yıllık %1.6’lık artışlarla 2035’de 43.3 milyar ton düzeyine ulaşacağı hesaplanmaktadır. Emisyonlardaki bu artışın %94’ünün, enerji tüketimlerinde beklenen artışa paralel olarak, gelişmekte olan OECD-dışı ülkelerde (başta sırasıyla 8 Çin, Hindistan ve Ortadoğu ülkelerinde) görüleceği tahmin edilmektedir. Küresel finansal krizin etkisiyle 2009’da emisyonlar %1.4 düşmüştür. Ancak enerji talebinin %5 gibi oranda artmasıyla 2010’da karbondioksit emisyonları yeni zirvesine ulaşmıştır. Tahminler yeni enerji politikalarının devreye girmeyip mevcut politikların devamı halinde 2035 yılında sıcaklık seviyesinin 6 oC’den fazla artacağına işaret etmektedir [1].

Kaynak:  http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Sektor_Raporu_EUAS_2011.pdf